Kamer Suresi Türkçe Meali
Web Taraycınız bu özelliği desteklemiyor
Kamer 1 (Mealleri Karşılaştır):
İkterebetis sâatu ven şakkal kamer(kameru).
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ ٱقْتَرَبَتِ ٱلسَّاعَةُ وَٱنشَقَّ ٱلْقَمَرُ
Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.
Kamer 2 (Mealleri Karşılaştır):
Ve in yerev âyeten yu’ridû ve yekûlû sihrun mustemirr(mustemirrun).
وَإِن يَرَوْا۟ ءَايَةً يُعْرِضُوا۟ وَيَقُولُوا۟ سِحْرٌ مُّسْتَمِرٌّ
Onlar bir mucize görseler yüz çevirirler ve “Süregelen bir sihirdir” derler.
Kamer 3 (Mealleri Karşılaştır):
Ve kezzebû vettebeû ehvâehum ve kullu emrin mustekırr(mustekırrun).
وَكَذَّبُوا۟ وَٱتَّبَعُوٓا۟ أَهْوَآءَهُمْ ۚ وَكُلُّ أَمْرٍ مُّسْتَقِرٌّ
Peygamberi yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Hâlbuki her iş, (Allah nasıl takdir ettiyse öylece) gerçekleşecek (değişmeyecek)tir.
Kamer 4 (Mealleri Karşılaştır):
Ve lekad câehum minel enbâi mâ fihî muzdecer(muzdecerun).
وَلَقَدْ جَآءَهُم مِّنَ ٱلْأَنۢبَآءِ مَا فِيهِ مُزْدَجَرٌ
Andolsun, onlara içinde caydırıcı tehditlerin bulunduğu haberler geldi.
Kamer 5 (Mealleri Karşılaştır):
Hikmetun bâligatun fe mâ tugnin nuzur(nuzuru).
حِكْمَةٌۢ بَٰلِغَةٌ ۖ فَمَا تُغْنِ ٱلنُّذُرُ
Bu haberler, zirveye ulaşmış birer hikmettir! Fakat uyarılar fayda vermiyor!
Kamer 6 (Mealleri Karşılaştır):
Fe tevelle anhum, yevme yed’ud dâi ilâ şey’in nukur(nukurin).
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ ۘ يَوْمَ يَدْعُ ٱلدَّاعِ إِلَىٰ شَىْءٍ نُّكُرٍ
(6-7) O hâlde sen de onlardan yüz çevir. Onlar, o davetçinin (İsrafil’in benzeri görülmemiş) bilinmedik (korkunç) bir şeye çağırdığı gün, gözleri düşmüş bir hâlde dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar.
Kamer 7 (Mealleri Karşılaştır):
Huşşe’an ebsâruhum yahrucûne minel ecdâsi keennehum cerâdun munteşir(munteşirun).
خُشَّعًا أَبْصَٰرُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ ٱلْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُّنتَشِرٌ
(6-7) O hâlde sen de onlardan yüz çevir. Onlar, o davetçinin (İsrafil’in benzeri görülmemiş) bilinmedik (korkunç) bir şeye çağırdığı gün, gözleri düşmüş bir hâlde dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar.
Kamer 8 (Mealleri Karşılaştır):
Muhtıîne iled dâi, yekûlul kâfirûne hâzâ yevmun asir(asirun).
مُّهْطِعِينَ إِلَى ٱلدَّاعِ ۖ يَقُولُ ٱلْكَٰفِرُونَ هَٰذَا يَوْمٌ عَسِرٌ
Davetçiye doğru koşarlarken kâfirler, “Bu zor bir gün” derler.
Kamer 9 (Mealleri Karşılaştır):
Kezzebet kablehum kavmu nûhın fe kezzebu abdenâ ve kâlû mecnûnun vezducir(vezducire).
۞ كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَكَذَّبُوا۟ عَبْدَنَا وَقَالُوا۟ مَجْنُونٌ وَٱزْدُجِرَ
Onlardan önce Nuh’un kavmi de yalanlamıştı. Onlar kulumuzu yalanlayıp “Bu bir delidir” dediler ve kulumuz (tebliğ görevinden) alıkonuldu.
Kamer 10 (Mealleri Karşılaştır):
Fe deâ rabbehû ennî maglûbun fentasır.
فَدَعَا رَبَّهُۥٓ أَنِّى مَغْلُوبٌ فَٱنتَصِرْ
O da Rabbine, “Ey Rabbim! Ben yenilgiye uğradım, yardım et” diye dua etti.
Kamer 11 (Mealleri Karşılaştır):
Fe fetahnâ ebvâbes semâi bi mâin munhemir(munhemirin).
فَفَتَحْنَآ أَبْوَٰبَ ٱلسَّمَآءِ بِمَآءٍ مُّنْهَمِرٍ
Biz de göğün kapılarını dökülürcesine yağan bir yağmurla açtık.
Kamer 12 (Mealleri Karşılaştır):
Ve feccernel arda uyûnen feltekalmâu alâ emrin kad kudir(kudire).
وَفَجَّرْنَا ٱلْأَرْضَ عُيُونًا فَٱلْتَقَى ٱلْمَآءُ عَلَىٰٓ أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ
Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.
Kamer 13 (Mealleri Karşılaştır):
Ve hamelnâhu alâ zâti elvâhın ve dusur(dusurin).
وَحَمَلْنَٰهُ عَلَىٰ ذَاتِ أَلْوَٰحٍ وَدُسُرٍ
Biz Nûh’u çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye bindirdik.
Kamer 14 (Mealleri Karşılaştır):
Tecrî bi a’yuninâ, cezâen li men kâne kufir(kufire).
تَجْرِى بِأَعْيُنِنَا جَزَآءً لِّمَن كَانَ كُفِرَ
Gemi, inkâr edilen kimseye (Nuh’a) bir mükâfat olarak gözetimimiz altında yüzüyordu.
Kamer 15 (Mealleri Karşılaştır):
Ve lekad tereknâhâ âyeten fe hel min muddekir(muddekirin).
وَلَقَد تَّرَكْنَٰهَآ ءَايَةً فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Andolsun, biz onu (tufan olayını) bir ibret olarak bıraktık. Var mı düşünüp öğüt alan?
Kamer 17 (Mealleri Karşılaştır):
Ve lekad yessernel kur’âne lîz zikri fe hel min muddekir(muddekirin).
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا ٱلْقُرْءَانَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?
Kamer 18 (Mealleri Karşılaştır):
Kezzebet âdun fe keyfe kâne azâbî ve nuzur(nuzuri).
كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِى وَنُذُرِ
Âd kavmi de (Hûd’u) yalanladı. Azabım ve uyarılarım nasılmış!
Kamer 19 (Mealleri Karşılaştır):
İnnâ erselnâ aleyhim rîhan sarsaren fî yevmi nahsin mustemirr(mustemirrin).
إِنَّآ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِى يَوْمِ نَحْسٍ مُّسْتَمِرٍّ
Biz onların üstüne, uğursuzluğu sürekli bir günde gürültülü ve dondurucu bir rüzgâr gönderdik.
Kamer 20 (Mealleri Karşılaştır):
Tenziun nâse ke ennehum a’câzu nahlin munkair(munkairin).
تَنزِعُ ٱلنَّاسَ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ مُّنقَعِرٍ
İnsanları köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi kaldırıp atıyordu.
Kamer 22 (Mealleri Karşılaştır):
Ve lekad yessernel kur’âne lîz zikri fe hel min muddekir(muddekirin).
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا ٱلْقُرْءَانَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?
Kamer 23 (Mealleri Karşılaştır):
Kezzebet semûdu bin nuzur(nuzuri).
كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِٱلنُّذُرِ
(23-24) Semûd kavmi de uyarıcıları yalanlamış ve şöyle demişlerdi: “İçimizden bir insana mı uyacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş oluruz.”
Kamer 24 (Mealleri Karşılaştır):
Fe kâlû ebeşeren minnâ vâhiden nettebiuhû innâ izen lefî dalâlin ve suur(suurin).
فَقَالُوٓا۟ أَبَشَرًا مِّنَّا وَٰحِدًا نَّتَّبِعُهُۥٓ إِنَّآ إِذًا لَّفِى ضَلَٰلٍ وَسُعُرٍ
(23-24) Semûd kavmi de uyarıcıları yalanlamış ve şöyle demişlerdi: “İçimizden bir insana mı uyacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş oluruz.”
Kamer 25 (Mealleri Karşılaştır):
E ulkıyez zikru aleyhi min beyninâ bel huve kezzâbun eşir(eşirun).
أَءُلْقِىَ ٱلذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنۢ بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٌ
“Bizim aramızdan vahiy ona mı verildi? Hayır o, yalancının, şımarığın biridir.”
Kamer 26 (Mealleri Karşılaştır):
Se ya’lemûne gaden menil kezzâbul eşir(eşiru).
سَيَعْلَمُونَ غَدًا مَّنِ ٱلْكَذَّابُ ٱلْأَشِرُ
Onlar yarın bilecekler: Kimmiş yalancı, kimmiş şımarık!
Kamer 27 (Mealleri Karşılaştır):
İnnâ mursilûn nâkati fitneten lehum fertekıbhum vestabir.
إِنَّا مُرْسِلُوا۟ ٱلنَّاقَةِ فِتْنَةً لَّهُمْ فَٱرْتَقِبْهُمْ وَٱصْطَبِرْ
(Salih’e şöyle demiştik:) “Şüphesiz biz, onlara bir imtihan olmak üzere, o dişi deveyi göndereceğiz. Şimdi onları gözetle ve sabret.”
Kamer 28 (Mealleri Karşılaştır):
Ve nebbi’hum ennel mâe kısmetun beynehum, kullu şirbin muhtedar(muhtedarun).
وَنَبِّئْهُمْ أَنَّ ٱلْمَآءَ قِسْمَةٌۢ بَيْنَهُمْ ۖ كُلُّ شِرْبٍ مُّحْتَضَرٌ
“Onlara, suyun (deve ile) kendileri arasında (nöbetleşe) paylaştırıldığını, bildir. Her su nöbetinde sahibi hazır bulunsun.”
Kamer 29 (Mealleri Karşılaştır):
Fe nâdev sâhıbehum fe teâtâ fe akar(akare).
فَنَادَوْا۟ صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطَىٰ فَعَقَرَ
Derken, (kavmin en azgını olan) arkadaşlarını çağırdılar. O da işe koyuldu ve deveyi kesti.
Kamer 31 (Mealleri Karşılaştır):
İnnâ erselnâ aleyhim sayhaten vâhıdeten fe kânû ke heşîmil muhtezir(muhteziri).
إِنَّآ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَٰحِدَةً فَكَانُوا۟ كَهَشِيمِ ٱلْمُحْتَظِرِ
Şüphesiz biz, onların üzerine tek bir korkunç ses gönderdik de, onlar, ağıldaki hayvanların çiğneyip ufaladıkları kuru çöpler gibi oldular.
Kamer 32 (Mealleri Karşılaştır):
Ve lekad yessernel kur’âne liz zikri fe hel min muddekir(muddekirin).
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا ٱلْقُرْءَانَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?
Kamer 34 (Mealleri Karşılaştır):
İnnâ erselnâ aleyhim hâsiben illâ âle lût(lûtin), necceynâhum bi sehar(seharin).
إِنَّآ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّآ ءَالَ لُوطٍ ۖ نَّجَّيْنَٰهُم بِسَحَرٍ
(34-35) Şüphesiz biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgâr gönderdik. Yalnız Lût’un ailesi başka. Katımızdan bir nimet olarak bir seher vakti onları kurtardık. Şükredenleri işte böyle mükâfatlandırırız.
Kamer 35 (Mealleri Karşılaştır):
Ni’meten min indina, kezâlike neczî men şeker(şekere).
نِّعْمَةً مِّنْ عِندِنَا ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِى مَن شَكَرَ
(34-35) Şüphesiz biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgâr gönderdik. Yalnız Lût’un ailesi başka. Katımızdan bir nimet olarak bir seher vakti onları kurtardık. Şükredenleri işte böyle mükâfatlandırırız.
Kamer 36 (Mealleri Karşılaştır):
Ve lekad enzerehum batşetenâ fe temârev bin nuzur(nuzuri).
وَلَقَدْ أَنذَرَهُم بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا۟ بِٱلنُّذُرِ
Andolsun, Lût onları bizim şiddetli azabımızla uyardı. Fakat onlar bu uyarıları kuşkuyla karşıladılar.
Kamer 37 (Mealleri Karşılaştır):
Ve lekad râvedûhu an dayfihî fe tamesnâ a’yunehum fe zûkû azâbî ve nuzur(nuzuri).
وَلَقَدْ رَٰوَدُوهُ عَن ضَيْفِهِۦ فَطَمَسْنَآ أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا۟ عَذَابِى وَنُذُرِ
Andolsun, onlar onun (meleklerden olan) misafirlerinden nefislerindeki kötü arzuları tatmin etmek istediler. Biz de onların gözlerini silme kör ettik. “Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!” dedik.
Kamer 38 (Mealleri Karşılaştır):
Ve lekad sabbehahum bukreten azâbun mustekırr(mustekırrun).
وَلَقَدْ صَبَّحَهُم بُكْرَةً عَذَابٌ مُّسْتَقِرٌّ
Andolsun, onlara sabahleyin erkenden kalıcı bir azap geldi.
Kamer 40 (Mealleri Karşılaştır):
Ve lekad yessernel kur’âne liz zikri fe hel min muddekir(muddekirin).
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا ٱلْقُرْءَانَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Andolsun, biz Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?
Kamer 41 (Mealleri Karşılaştır):
Ve lekad câe âle fir’avnen nuzur(nuzuru).
وَلَقَدْ جَآءَ ءَالَ فِرْعَوْنَ ٱلنُّذُرُ
Andolsun, Firavun’un ailesine de uyarıcılar gelmişti.
Kamer 42 (Mealleri Karşılaştır):
Kezzebû bi âyâtinâ kullihâ fe ehaznâhum ahze azîzin muktedir(muktedirin).
كَذَّبُوا۟ بِـَٔايَٰتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَٰهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُّقْتَدِرٍ
Bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları mutlak güç ve iktidar sahibinin yakalaması gibi yakaladık.
Kamer 43 (Mealleri Karşılaştır):
E kuffârukum hayrun min ulâikum em lekum berâetun fîz zubur(zuburi).
أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِّنْ أُو۟لَٰٓئِكُمْ أَمْ لَكُم بَرَآءَةٌ فِى ٱلزُّبُرِ
(Ey Mekkeliler!) Sizin kâfirleriniz onlardan daha mı hayırlı? Yoksa sizin için kitaplarda bir berat mı var?
Kamer 44 (Mealleri Karşılaştır):
Em yekûlûne nahnu cemîun muntesir(muntesirun).
أَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَمِيعٌ مُّنتَصِرٌ
Yoksa onlar, “Biz yardımlaşan (güçlü) bir topluluğuz” mu diyorlar?
Kamer 45 (Mealleri Karşılaştır):
Se yuhzemul cem’u ve yuvellûned dubur(dubura).
سَيُهْزَمُ ٱلْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ ٱلدُّبُرَ
O topluluk yakında (Bedir’de) bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.
Kamer 46 (Mealleri Karşılaştır):
Belis sâatu mev’ıduhum ves sâ’atu edhâ ve emerr(emerru).
بَلِ ٱلسَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَٱلسَّاعَةُ أَدْهَىٰ وَأَمَرُّ
Hayır, kıyamet, onların (görecekleri asıl azabın) vaktidir. Kıyamet (azabı) ise daha müthiş ve daha acıdır.
Kamer 47 (Mealleri Karşılaştır):
İnnel mucrimîne fî dalâlin ve suur(suurin).
إِنَّ ٱلْمُجْرِمِينَ فِى ضَلَٰلٍ وَسُعُرٍ
Şüphesiz suçlular (müşrikler) sapıklık ve ateşler içindedirler.
Kamer 48 (Mealleri Karşılaştır):
Yevme yushabûne fîn nâri alâ vucûhihim, zûkû messe sekar(sekare).
يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِى ٱلنَّارِ عَلَىٰ وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا۟ مَسَّ سَقَرَ
Yüzüstü ateşe sürüklendikleri gün kendilerine, “Cehennemin dokunuşunu tadın!” denecek.
Kamer 49 (Mealleri Karşılaştır):
İnnâ kulle şey’in halaknâhu bi kader(kaderin).
إِنَّا كُلَّ شَىْءٍ خَلَقْنَٰهُ بِقَدَرٍ
Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.
Kamer 50 (Mealleri Karşılaştır):
Ve mâ emrunâ illâ vâhıdetun ke lemhın bil basar(basari).
وَمَآ أَمْرُنَآ إِلَّا وَٰحِدَةٌ كَلَمْحٍۭ بِٱلْبَصَرِ
Emrimiz ancak bir tek emirdir. Göz kırpması gibidir. (Anında gerçekleşir.)
Kamer 51 (Mealleri Karşılaştır):
Ve lekad ehleknâ eşyâakum fe hel min muddekir(muddekirin).
وَلَقَدْ أَهْلَكْنَآ أَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Andolsun, biz sizin gibileri hep helâk ettik. Fakat var mı düşünüp öğüt alan?
Kamer 52 (Mealleri Karşılaştır):
Ve kullu şey’in fe alûhu fîz zubur(zuburi).
وَكُلُّ شَىْءٍ فَعَلُوهُ فِى ٱلزُّبُرِ
İşledikleri her şey ise kitaplarda kayıtlıdır.
Kamer 53 (Mealleri Karşılaştır):
Ve kullu sagîrin ve kebîrin mustetar(mustetarun).
وَكُلُّ صَغِيرٍ وَكَبِيرٍ مُّسْتَطَرٌ
Küçük, büyük her şey satır satır yazılmıştır.
Kamer 54 (Mealleri Karşılaştır):
İnnel muttekîne fî cennâtin ve neher(neherin).
إِنَّ ٱلْمُتَّقِينَ فِى جَنَّٰتٍ وَنَهَرٍ
Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar cennetlerde, ırmak başlarındadırlar.
Kamer 55 (Mealleri Karşılaştır):
Fî mak’adi sıdkın inde melîkin muktedir(muktedirin).
فِى مَقْعَدِ صِدْقٍ عِندَ مَلِيكٍ مُّقْتَدِرٍۭ
Muktedir bir hükümdarın katında, doğruluk meclisindedirler.